Neden zoru severiz?

Dur ve derin bir nefes al. Hayat sandığından daha kolay.

AUTHORSROMANCE WRITERSNOVELISTOLD BLOG POSTS

Izabell Key

11/26/20247 min oku

Ara ara her şeyi ne kadar zor yaptığımızı ve hayatlarımızı ne kadar zorlaştırdığımızı düşünüyorum. Hep en zoru seçiyoruz. Sanırım zor şeyleri seviyoruz biz.

Aslında iyice düşününce, hayatlarımıza şöyle uzaklaşıp bakınca böyle olmamız çok doğal.

Yahu, öncelikle en zor şekilde dünyaya geldik. Kendini düşün. Bebeksin daha.... Aylarca bir borudan beslendin. Durmadan altına yapıyorsun. Düşünsene ilk dişin çıkarken neler hissettin, kim bilir? Gaz sancıları, hayal bile etmek istemiyorum...

Anneni deliye çeviriyorsun, çünkü ağlayan, derdini anlatamayan baş belası bir bebekten başka bir şey değilsin. Düşünsene! Ne kadar zor aslında!

Sonra büyümeye başlıyorsun. Zorluklar tek tek önüne çıkmaya başlıyor. Onlarla boğuşuyorsun çünkü başka çaren olmadığını anlıyorsun. İlk aşkınla ilkokulda tanışıyorsun ve kızları anlamanın ne kadar zor olduğunu da taa o zamanlar öğreniyorsun. O saçma sapan ödevleri yapman gerekiyor, ilk sorumlulukların bunlar. Muhtemelen annen seni durmadan azarlıyor çünkü o gerzek kardeşinle her şeyini paylaşmayı öğrenmen lazım. O kardeş, hayatının en zor anlarında yanında kalacak yegane insan olacak. Sadece, sen bunu henüz bilmiyorsun. Değerini ancak o zamanlar anlayacağın ve seni asla terk etmeyecek olan.

Aynanın karşısında günlerce mırıldanıyorsun çünkü alnında kocaman bir sivilce var. Sana göre bunlar çok zor zamanların, ama sonra gözlerini açıyorsun ve ilk gerçek sorunlarla karşılaşıyorsun. En büyük sorununun bir sivilce olduğu zamanları özleyeceğini kim bilecekti ki? Şimdi sıra gerçek zorluklarda. Belki yoksulluk, belki de fazla para. Ama her iki durumda da asla yeterli değil. Asla kolay olmayacak.

Gittikçe sana daha zor gelen hayatına devam ediyorsun. Ödevlerin gittikçe zorlaşıyor. Pek çok hata yapıyorsun ve bedelini ağır ödüyorsun. Bir şeyler öğreniyorsun ama asla başkalarının tecrübelerinden ya da tavsiyelerinden değil, sadece kendi tecrübelerinden. Kimseye kulak asmadan. Hep zor yoldan öğreniyorsun. Annen binlerce kez dikkatli olmanı söylese bile, yine de sahte arkadaşlar tarafından kandırılıyorsun.

Gençlik ya, şeytana uyup evden para çalıyorsun ve babanın sana aldığı kırmızı bisikleti satıp arkadaşlarınla bir iki gece kimselere haber vermeden tatile çıkıyorsun. Yokluğunda annenle baban nefes almakta bile zorlanırken, sen deliler gibi eğleniyorsun. Paranı yedikten sonra, sahte arkadaşların seni bırakıp kaçtığında, eve dönüyorsun ve hayatının en büyük dayağını yiyip, bir güzel rahatlıyorsun. Altı yaşındaki annenin azarları bir şey değilmiş meğer. Onu öğreniyorsun. Her şey o kız yüzünden. Büyüdükçe kızların daha da zorlaştığını fark edince ölmek istiyorsun. Her şey o kızlar yüzünden işte...

Sorumluluklar her geçen gün omuzlarına yükleniyor ve sonunda anlıyorsun ki, hayatın ebeveynlerinin beklentilerinin bir özeti aslında. Kaderin yazılmış. Annen mesleğini çoktan seçmiş bile. "Oğlum bir doktor olacak." Kaderin tamamen bağlanmış. Baban hep şöyle diyor: "Hayat zor, oğlum. Bir yerlere varmak için çok çalışmalısın!" Ona inanıyor ve bu zor hayatın içinde iyi bir yerlere gelmek için çok çalışmaya başlıyorsun.

Ama bu sen değilsin.

Dövme, alkol, gece hayatı, istediklerin bunlar aslında! Sadece eğlenmek istiyorsun. Artık kızları değil, kadınları istiyorsun. Güzel, biraz da tehlikeli kadınlar. Ama o kadar uçuyorsun ki kendini kaybediyorsun. Duramıyorsun çünkü korkuyorsun. Durup arkana bakmaktan, ebeveynlerinin yüzündeki hayal kırıklığını görmekten korkuyorsun. Baban muhtemelen yaptıklarından ötürü kızgındır, ama bisikleti sattığın zamanki hayal kırıklığının yanında bu hiçbir şey. Annen? Onun 'doktor' oğlunun bir serseriye dönüştüğünü görmek muhtemelen dayanamayacağı kadar ağır geliyordur ona.

Zor da olsa, dönüp arkana bakacak cesareti buluyorsun. Bakıyorsun onlara ama onlar ne kızgın ne de üzgünler. Seni, kollarını açarak sevgiyle kucaklıyorlar ve bu senin için her şeyi daha da çok zorlaştırıyor. Ne kadar büyük bir enkaz olduğunu anlıyorsun.

Babanın dediği gibi çok çalışıyorsun. En zor okulları bitiriyorsun. Artık çalışmanın ne demek olduğunu bilen, ayaklarının üstünde durabilecek bir delikanlısın. Evden ayrılıp kendi yoluna gitmeye karar veriyorsun. Tabii ki, en zorlu kariyeri seçiyorsun ve daha da çok çalışıyorsun. En pahalı evi satın alıyorsun. Sonra en zor kadını tavlıyorsun. İşe yarıyor. Artık zor değil! Sana bir zamanlar zor gelen şeyler artık kolay geliyor. Daha fazlasını istiyorsun. Ne de olsa çok çalıştın!

Ara sıra annenle babanı ziyaret ediyorsun ama babanın yüzündeki gülümsemenin neden solduğunu anlayamıyorsun bir türlü. Seninle gurur duymuyor mu? Tabii ki duyuyordur ama sen bundan emin değilsin. Çok çalıştın dediği gibi. Onu dinledin. O zaman neden hala seninle gurur duyduğunu bir türlü hissedemiyorsun?

Onunla kavga ediyorsun. Bu saçma inatlaşmanız anneni üzüyor. Mesele şu ki... Tüm bu başardıklarından sonra seninle gurur duyuyor olmalıydı...

Hayatına daha da fazla dalıyorsun. Başarılar senin. Çünkü her gün daha fazla çalışıyorsun. Bu kadar çabalamana rağmen, işlerin kötüye gidiyor ve evini kaybetmek üzeresin. O noktada, tavladığın o muhteşem zor kadının tam bir kaltak olduğunu anlıyorsun. Seni bırakıp giden ilk o oluyor çünkü.

Telefonun çalıyor. Annen. İlk uçakla eve dönüyorsun. Baban hasta yatıyor. Babanı iyileştirmek için en pahalı doktorlara ihtiyacın var ve sen hâlâ bir aptalsın. Odasına girdiğinde, babanın o sert bakışlarını görüyorsun, ama ona rağmen, onu öptüğünde yanağındaki sıcak nefesi hissediyorsun ve o zaman daha da iyi anlıyorsun. Evet, tam bir aptalsın.

Zaman geçiyor. Babanın iyileşmesine seviniyorsun. O iyileşiyor ve mutlu çünkü sen evdesin, ama sen bunu bilmiyorsun. Komşulardan biri olan Katy adında güzel bir kadınla tanışıyorsun. Ondan randevu kapmak, eskiden peşinden koştuğun kadınlardan randevu kapmak kadar zor değil. Hiç tarzın değil. Zor kadınları severdin. Katy sade bir kadın ama garip bir şekilde ondan hoşlanıyorsun.

Katy ve annenle, babana eski model mavi bir Cadillac almak için dışarı çıkıyorsun. Onun bu arabayı çok sevdiğini biliyorsun. Arabayı satın alıyorsun ve baban seviniyor tabii ki, ama onu iyi tanıyorsun. Ruhunu biliyorsun. Asla seninle gurur duymayacak.

Annene bahçe işlerinde yardım ediyorsun. Artık sakallı kocaman bir adamsın. Yıllar sonra, evde olmanın aslında ne kadar güzel bir şey olduğunu fark ediyorsun. Ve nefes alıyorsun!

Ama bu acıtıyor. O evde olmanın ne kadar kolay olduğunu görüyorsun. Nasıl bu kadar kör olabildin? Hayır, doğru kelime bu değil. Nasıl bu kadar aptal olabildin? Bu kadar kolayken, nasıl bu kadar zorlaştırabildin her şeyi?

Annen çaresizce yanına yaklaşıyor. Babanın yakında öleceğini söylüyor. Hepiniz biliyorsunuz bunu. Annen ve Katy’ye bakıyorsun. Sonra umutsuzca koşmaya başlıyorsun. Eski, ikinci el kırmızı bir bisiklet buluyorsun. Tüm vücudun ter içinde kalıyor ama gülümsüyorsun. Çünkü sonunda anlıyorsun. Babanı mutlu edecek şey pahalı bir Cadillac değil, o ucuz kırmızı bisikletti. Nihayet anlıyorsun!

Eve ter içinde ulaşıyorsun ama yüz ifaden bir anda donuyor. Annenin ve Katy’nin ağladığını görüyorsun. Yanağında süzülen o gözyaşını tutamıyorsun. Babanı kaybetmek... İşte en zor olanı bu.

Baban seninle gurur duyuyordu ve seni çok seviyordu, ama sana asla sana nasıl açgözlü biri haline geldiğini, onun sözlerini ne kadar yanlış anladığını, veya her şeyi nasıl zorlaştırdığını söyleyemedi. Sadece kolay olanı zor, zor olanı kolay bulduğun için. Bir yarış atı gibi, zorları başarmak için durmadan koşarken, hayatında ne kadar çok şey kaçırdığını söyleyemedi hiçbir zaman sana. Artık koştuğunu bile hissetmeden koştun, ta ki masumiyetini kaybedip kendini ve sevdiklerini mahvedene kadar. Sırf en zor, en pahalı, en güzelini elde etmek için. Hep enleri seçtiğin için.

Bilmiyordun. Baban senin yaşındayken biliyor muydu? O da bilmiyordu. Çocuğun bilecek mi? Hayır, ama sen onun yanında olacaksın, tıpkı ebeveynlerinin senin yanında olduğu gibi.

Zor ile mücadele ediyoruz çünkü zorundayız. Ve evet, daha fazlasını istemekte yanlış bir şey yok. Haklısın, bizi 'zor'u sevmeye zorladılar. Başarının para kazanmak olduğuna inandırdılar. Buna inandığımız andan beri gerçekten güzel ve değerli şeyleri unuttuk. Bu denli zor bir dünyada, saygının, en güzel kadınların ve adaletin parayla satın alındığı bu hayatta, yarışmaktan kurtulamayacağız.

Şimdi sakinleş ve derin bir nefes al. Sadece nefes al. Kırmızı bisiklet meselesini anlayacaksın. Belki senin hikayende kırmızı bisiklet değildir mesele. Belki başka bir şeydir. Düşün. Babanın 'kırmızı bisikletini' bulmayı dene. Babaların bize söyleyemedikleri, öğretmeyi diledikleri ama hiçbir zaman yapamadıkları şeyler hep vardır.

IZABELL KEY bültenine üye olun